Dr.Ecz.Seda Noyan Kansuk’un öncelikle bir Anne,sonra bir Eczacı ve nihayetinde profesyonel bir yüzücü olarak bizlerle paylaştığı kişisel öyküsü gerçekten ilham verici.
Mesleki bir yayın olan Havan Dergisi için kaleme aldığı yazısında anlamlı satırbaşları ve dip notları yer almaktadır.
CESUR VE DOST KULAÇ
Merhaba ben Seda Kansuk. 1971 yılında İzmir’de doğdum.
İzmir Özel Türk Koleji’ni bitirdikten sonra Ege Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni 1992 yılında tamamladım. Aynı üniversitede yüksek lisans ve doktora eğitimi aldım. 1999 yılında evlenerek İstanbul ‘a yerleştim ve Nobel İlaç AŞ de AR-GE departman şefliği yaptım.
Daha sonra memleketim İzmir’e dönerek, halen çok severek çalıştığım Eczanemi açtım. İzmir Eczacı Odası, Çağdaş Eczacılar Derneğinde, gerek yönetimde, gerekse alt kadrolarda görev yaptım.
Gaziemir Kent Kadın Konseyinde 2 dönem Sağlık grubu başkanlığı yaptım Başta Rotary Klubü olmak üzere, Gaziemir Belediyesi ile ortak, –meme kanseri- alzeimerı tanımak- vs projelerini oluşturup yürüttüm. 17 senedir de İzmir’de Eczanemi işletmekteyim. Aksel ve Azra adlarında bir kız ve bir de erkek, iki çocuğum var.
Doğma büyüme bir İzmirliyim. Bu yüzden de gurur duyuyorum. İzmirli kadın özgürdür, denizler gibi. Çalışkan, başarılı ve azimlidir. İleri fikirli ve içtendir. Herşeyden önce de dürüst ve dünyayla dosttur. Sanırım İzmir’in suyu havası sadece burada doğanları değil sonradan gelip buranın havasını soluyanları da etkiler. Ben de her İzmirli gibi, küçük yaşlardan beri yüzmeye bayılırım.
Yüzmeye olan ilgim, babamın beni yüzme sporuna vermeyip bunu içime atmamdan sonra ortaya çıkmış olmalı. İlkokul çağlarında hasta olmayayım diye beni yüzmeye göndermeyen babama az kızmıyor değilim.
İçimde yanan yüzme ateşi kırklı yaşlardan sonra açığa çıktı.
Eşimle beraber güzel bir stile sahip olmak için çocuklarımızın yüzme antrenörü olan Dokuz Eylül Üniversitesi yüzme fizyolojisi uzmanı Sevgili Hocam Yrd. Doç. Dr. Erkan Günay dan kısa süreli ders almak istedik. Sağolsun bizi kırmadı. Havuza girip, nasıl yüzdüğümüzü görmek istedi.
Daha ilk 25 metrede ‘seni yarışlara hazırlayacağız, ister misin ?‘ dedi.
. O anki korku ve heyecanımı anlatamam size. Yüzmenin Hayatımda bu kadar çok önem taşıyacağını o zamanlar hayal bile edemezdim. Derken tüm havuz yarışlarında derecelere girerek, bir Türkiye rekorunun sahibi oldum.
2013 yılında açık deniz yarışlarına merak sararak; Urla, Kaş, İstanbul Boğazı, Meis-Kaş yarışlarında aldığım derecelerle herkesi şaşırttım.
2015‘te Manş Denizi‘ni 4 kişilik bir bayrak takımı ile geçen ilk Türk Bayan Takımını oluşturdum ve 18 saat süren geçiş, başarı ile tamamlandı.
30 Nisan 2015‘te de farklı bir parkuru geçerek Çeşmeden Sakıza yüzen ilk yüzücü ünvanını aldım.
1 Temmuz daki Kabotaj bayramı etkinliklerinde, Çeşme Kaymakamının isteği ve desteğiyle, Sakız Adasından 4 kişilik bir bayrak takımı ile Çeşme’ye yüzüp, aynı parkuru hem solo, hem de takım olarak geçtim.
Ayrıca diğer 4 Yunan adasına da yüzerek (Kos Samos Midilli ve Rodos) Dost Kulaçlar projemi tamamladım.
Şu kesin ki; insan kırklı yaşlara gelince birçok şeyi düşünüyor ve hayatını sorgulamaya başlıyor.
“Acaba ben gerçekten Yaşamak istediğim hayatı yaşadım mı, hayallerimi gerçekleştirebilirim mi ?” diye.
Ben bu sorularımın cevabını buldum. Eminim ki bu yaşlar, insanın düşünme, değiştirme ve gerçekten olmak istediği insan olup olmadığını keşfetme zamanı. Yaş 40 olunca herhangi bir kriz yaşamak da gerekmiyor bence.
Akılcı bir şekilde hareket etmek ve hayatın her anını değerlendirmek, hissetmek ve yaşamak gerekiyor.
Her saniyenin vazgeçilmez bir hazine olduğunun bir kez daha farkına varılıyor.
Eczacılık zaten baslıbaşına zor bir meslek, hele ki geldiğimiz bugünlerde. Ben kendimi her zaman ve her yaşta yapılabilecek, dünyanın bu en güzel sporu ile dinlendiriyorum.
Ancak yüzme, süreklilik isteyen bir spor. Zira 3 gün üstüste idman yapmadiginizda, 2 hafta geriye giden bir performans sergiliyorsunuz. Bu da en az haftanin 4 günü idman yapmanızı gerektiriyor. Ancak spor yapmak için insan herzaman fırsat bulabilir. Ve unutmamalıdır ki isteyince herşey mümkündür.
Madalyalarım benim için gerçekten çok değerli. Belki de geç kazanıldığı içindir. Ben onlara “benim elma şekerlerim” diyorum ve eczanemin arkasındaki bölümde, almış olduğum diğer bütün sertifikalar ile beraber sergiliyorum. Tabi ki bunların içerisinde en kıymetlisi, bundan tam üç sene önce, sevgili 4 for Blue ekibi ile beraber gerçekleştirmiş olduğum Manş yolculuğuydu.
Manş, bir yüzücünün hayatında yaşayacağı en heyecanlı ve en uzun yolculuktur. O yüzden buna ‘Yüzmenin Everesti’ denilmiştir. Manş denizinde yüzme hazırlıklarımız yaklaşık bir sene sürmüştü. Manş’taki 14 derecelik soğuk suya alışabilmek için önce Adam Walker’ın Malta’daki Soğuksu Kampında bir hafta geçirdik.
Bu zaman zarfında soğuk suya karşı olan dayanıklılığımızı arttırdık ve derin denizlerde nasıl davranmamız gerektiğini öğrendik. Haftanın 4 günü antremanlarımıza devam ettik. Ülkemizde yapılan her türlü deniz ve havuz yarışlarına katıldık. Özellikle Şubat ayında yapılan Datça kış maratonunda yüzdük. Zamanı geldiğinde, İngiltere’ye hareket ettiğimizde, bunun bizim hayatımızda gerçekten çok önemli bir dönüm noktası olacağını biliyorduk.
En azından çocuklarımıza anlatacak çok güzel hikayelerimiz olacaktı.
İngilte’den Fransa’ya başlayan yolculuğumuzda suya giren ilk yüzücü ben oldum. Dört kişilik bir ekip halinde takım olarak yüzdük Manş’ı. Yüzüşlerimiz, birer saat aralıklarla, bir yüzücü sudan çıkmadan, bir diğer yüzücünün suya girmesiyle devam ediyordu. Denize ilk açıldığımızda saat 12 gibiydi ve hava ile deniz sakinceydi. Denizin böyle olması için, Dover’deki otel odamızda 4 gün beklemiştik.
Ancak zaman ilerledikçe denizdeki dalgalar yükselmeye ve hava soğumaya başlamıştı ve işin en acısı da tekneye 1. yüzüşüm bitip de tekneye adım attığım andan itibaren, dayanılmayacak bir mide bulantısı ve kusma ile karşılaşmıştım. Bugüne kadar beni hiçbir zaman deniz tutmamıştı. Ve biliyordum ki tutması için, bu yanlış zamandı. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu . 17 saat 58 dakika boyunca midem bulandı ve kustum ama yüzmeyi hiç bırakmadım. Arkadaşlarımın bana korku, endişe ve sevgi dolu bakışlarını, yardımlarını, o moral dolu sözlerini asla unutamam.
Benim için o küçücük teknede yaptıkları herşey, yüzerken bana şarkı söyleyişleri, suya her atladığında arkamdan
“sen yaparsın” diye seslenişleri, hala gözümün önünde.
Dudaklarım morarmış, yüzüm sararmış, hiç durmadan titriyordum. Yüzme sonrasında yemem gerekenleri yiyemiyor, ısınmak için içmem gerekenleri içemiyordum. Bu yüzden de titremem hiç geçmiyor, titremekten çenem kilitleniyordu. Teknede bizimle gelen İngiliz hakem, arasıra nabzımı alıyor ve sıra bana geldiğinde ‘yüzecek misin?’ diye soruyordu.
İçimizden birinin yüzememesi, grubun diskalifiye olması demekti. O yüzden ben de ona,‘Lütfen gözünüzü benden ayırmayın ve sadece suda bayılırsam beni yukarı çekin‘ demiştim.
Yüzerken sağ kolumun, oğlum Aksel, sol kolumun da, kızım Azra olduğunu düşünerek attım hep kulaçlarımı. Kendimi, hangisinin kıyıya ilk varacağını tahmin ederek oyalamaya çalıştım. İnanın o derin denizlerde insanın düşünecek çok zamanı oluyor..
Macera dedik ya macera bitmiyor. Hepimizin suya ikinci girişinde, bugüne kadar Manş denizinde hiç rastlanmamış bir kalabalıktaki denizanası kolonisi ile karşılaştık. Bize Manş’ da, deniz anası olduğu söylenmişti, ancak hiç bu kadar çok ve bu kadar büyük olduklarını söylememişlerdi. Aralarında siyah ve pembe olanlar da vardı ve büyüklükleri yaklaşık 1-1.5 metre civarındaydı. Yüzerken kafama çarpıyorlardı fakat işin ilginci, hiçbiri beni sokmadı.
Ben ve arkadaşlarım adeta bir jel havuzu içinde yüzüyor gibiydik. Saatlerce bu şekilde yüzdük. Kimimiz denizanası sokmasından dolayı, vücudu ısındığı için mutlu oldu, kimimiz çığlıklar atarak yüzdü, kimi zaman gündüz, kimi zaman gece.
Ama hiçbirimiz vazgeçmedik ve sonuna kadar dayandık. Saatlerce kıyıyı görmeden yüzdük. Daha önce hiç birimiz gece denize girmemiştik. Hele ki böyle soğuk ve uçsuz bucaksız derin bir denizde. Ama bu yola baş koymuştuk ve bizi bu yoldan alıkoyacak çok az şey vardı.
Karayı gördüğümüzdeki sevincimiz görmeye değerdi. Fransa kıyılarına ayak bastığımızda kıyıdan sevdiklerimiz için çakıl taşları toplayıp tekrar teknemize geri döndük. Teknede bizim için kutlama hazırlamışlardı. Yorgunluk, huzur, mutluluk, sevgi, güven hepsi bir hamur olmuştu. Bu benim bugüne kadar yaşadığım en esaslı deneyimdi.
Geçen yıl ekibimizden bir arkadaşımız evlenip bebek beklediği için planlarımızı bir sene ertelemeye karar verdik. Benimse içim içime sığmıyor ve yüzmek için yine bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüyordum. Yüzmek ve gelecek nesillere örnek olmak, Türk kadınının azmini ve gücünü tüm dünyaya göstermek.
Bu nedenle Dost Kulaçlar adı altında başka bir proje hazırladım ve bununla Sakız Adası’na yüzen ilk yüzücü olarak adımı tarihe yazdırdım. Bu daha değişik bir deneyim oldu benim için. Çünkü tam bir bilinmezlikti ve daha önce denenmemişti. Sakız Adası ile başlayan Dost Kulaçlar projesinin, 5 adımda gerçekleşmesi gerekiyordu.
Zira daha sonra, geçişlerim, Samos, Kos, Midilli ve Rodos’ a yüzerek devam etti. Bunların herbiri yine ayrı bir macera, ayrı bir heyecandı, fakat şunu söyleyebilirim ki, bütün bu yüzmelerin içerisinde, baştan sonra yaptığım en kolay iş yüzmekti diyebilirim.
İnanın bunların izinlerini almak ve organizasyonu toparlamak, sonuna kadar sizi geçirecek olan tekneyi ve kaptanı ayarlamak, yanımızda gelecek olan cankurtaranı ve hekimi ayarlamak, havanın ve denizin durumuna göre çıkış saatini saptamak, Türkiye Yüzme Federasyonundan olayı tescilleyecek hakemin iznini almak, daha önce yapılmadığı için hangi talimata göre hareket edileceğini Bakanlıkla, konsoloslukla ve liman başkanlarıyla ortak kararlaştırmak, çıkış noktasını belirlemek, hiçte kolay değildi.
Hele mülteci problemleri ve Darbeden dolayı yüzüşlerin ertlenmesi, hiçbir yüzücüye nasip olmamıştır herhalde. Projeler aracılığıyla gerek Türk, gerek İngiliz ve gerekse Yunan, pekçok önemli kişiyle tanıştım. Birçok sivil toplum hareketi benimle iletişime geçti. Unisef barış temsilcileriyle beraber yüzdüm.
Kos Liman Başkanı denizin ortasinda Bodrum Sahil Güvenliği ile el sıkışmak istedi. Dost Kulaçlarla, kıyıları yakın olan ülkelerin, ortak çok şeylerinin olduğunu ortaya koymak istedim, dostluk ve barış içinde olmanın da bir o kadar kolay olduğunu gösterdim. Bunlar benim icin anlatılması zor duygulardı.
Manş Denizini geçtikten sonra bize verilen sertifikadaki yazı, çok doğruydu ve daha sonra benim hayat felsefem olmuştu.
“Nothing great is easy “-sahip olmaya değecek hiçbir şey kolay elde edilmez.
Bu sene yine çok önemli bir projemiz var projelerin devamı hayat devam ettikçe yine gelecek. Amacım Türk kadınının gücünü, kudretini ve azmini, tüm dünyaya göstermek, bu şekilde gelecek nesillere ve küçük genç kızlarımıza örnek olup, sporun hayatın ayrılmaz bir yani olduğunu göstermek ve sporun her yaşta yapılabileceğini gösterebilmekti.
Denizle bu kadar içice, suyu ve havası güzel başka bir ülkenin olduğunu düşünmüyorum. Benzer vardır ama ya suyu bizim kadar temiz ve ılık değildir ya da havası bizim kadar durgun ve sıcak değildir. Bunları bir araya getirirsek Türkiye kıyıları gerçekten cennetten farksız. Ancak sadece yaz turizmi için değil su sporları dalgıçlık ve yüzme için de essiz bir ülke.
Aslında dünyada yüzmeyi ve diğer sporları seven o kadar çok insan var ki. Bunları yarışmalar ve eğlenceli spor faaliyetleri ile ülkemize çekmek çok kolay. Bence fırsat bekliyorlar. Uluslararası pekçok yarışma Federasyonla ortaklaşa yapilabilir.
Böylece hem sporcular, hem de ülkemiz kazanır.
Sevgiyle kalın.
Dr.Ecz.Seda Noyan Kansuk geçen sene kaleme aldığı yazısının sonunda yer verdiği yeni projesini, ekibiyle birlikte Mayıs 2017’de gerçekleştirdi.
Cebelitarık Boğazı’nı yüzerek geçen ilk Türk Kadın Takımı olmayı başararak hem Ülkemiz adına hem de mesleğimiz adına gurur kaynağı oldular.
Cebelitarık macerası ile ilgili detaylı yazımız çok yakında sizlerle olacak.